Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
6.cilt
2."De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"  Zümer sûresi(39), 9 Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmede ilmi övmekte, kıymetini ve üstünlüğünü bize açıklamakta, cehaleti ise yermekte, onun bir noksanlık, bir eksiklik olduğunu haber vermektedir. Âlim kişi Allah'a karşı itaatkâr olur; câhil isyankârdır. Bu ikisi birbirinin zıddı olup itaat fazilet, isyân ise düşüklük ve ahmaklıktır. Cehaletin her çeşidi dinimizde reddedilmiş ve kınanmıştır. Çünkü cehaletin her türünde küfür ve isyandan bir pay vardır. İslâm öncesi döneme câhiliye denilmesinin sebebi, bütün toplumun şirke dalmış olması ve putlara tapınmaları idi. Doğru bilgi ve ilim insanı şirkten arındırır ve Allah'a gerçek mânada kul olmaya yöneltir. Eğer böyle olmuyorsa, bu kişinin noksanlığına ve öğrendiği bilginin eksikliğine bağlanır. Bazılarının zannettiği gibi, câhil sadece okuma yazma bilmeyen değil, küfür ve inkârda sâbit kadem olandır. İlim ve bilgiden nasibi olmayan, mektep ve medrese görmemiş kimseler de ilim sahibi sayılmazlar. İslâm âlimleri bu âyeti delil göstererek, câhil bir erkeğin âlim bir hanımın dengi olmadığı için onunla evlenmesinin uygun olmayacağını belirtirler.
Hakikat şu ki, millet bünyesinde inkılâplar mektepte başlar ve her milletin, kendine özel olan mektebi vardır. Millî mektep, zihniyet ve örflerile, metodları ve müfredatile, terbiye prensipleri ve psikolojik temellerile, hattå binasının yapı tarziyle kendini başka milletlerinkinden ayırır. Bizde vaktiyle medrese milli mektepti. Lâkin milletin ruhu ve içtimaî inkişafını takip edememiş ve cihanın fikir ve irfan hayatiyle bağlarını çoktan koparmış olduğundan, olduğu yerde enkaz halinde yıkıldı, çöktü.
Sayfa 14 - Dergah YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Mektepli ve alaylı kavramları biraz eskiye dayanıyor. Bilirsiniz çok kullanılan bir söz var mekteplere dair: "Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim." Kimi kaynaklarda II. Meşrutiyet döneminde iki defa Maarif Nazırlığı görevine getirilen Tûbâ Ağacı (kökleri yukarıda, dalları aşağıda olan ağaç) Nazariyesinin sahibi Emrullah Efendi'nin, kimi kaynaklarda da Sultan Abdülhamid'in Maarif Nazırı Haşim Paşa'nın sözü olarak yer alıyor bu söz. Espri niyetiyle söylenen bu cümle, yüz küsur senedir yanlış anlaşılarak kullanılmaya devam ediyor. O dönemde mektep ve medrese ikiliği doruk noktadaydı. Yani bir eski tip medreseler vardı, bir de yeni nesil mektepler. "Eğer mektepler olmasa, sadece eski tip medreseler olsa maarifi ne güzel idare ederdim," diyen nazır sanki tüm eğitim kurumları kaldırılsa demiş gibi anlaşılıyor. Mektepli kelimesinin kökenleri o döneme dayanıyor. Alaylı kelimesi ise bunun karşıtı olarak konumlandırılmış.
İhsan Oktay Anar
İhsan Oktay Anar
rahmetli pederinden miras kalan evi kostantiniye'nin sapa bir yerinde olduğu için, müşterisi ve geleni gideni az olan bu zâta ahâli, "yedikule kahini" derdi. fazla bir müşterisi olmayan kahinin zaten parada pulda pek o kadar gözü yoktu. çünkü bu mektep medrese görmüş, mürekkep yalamış adam, paradan çok ilmin kendisine değer verirdi. hatta öyle ki, neredeyse gün boyu, filozofların ve kadim alimlerin eserlerini satır satır kıraat eden kâhin, bilgiyi bir nimet kabul ettiği için ramazan ayında sahurdan sonra okumayı bırakır, nefsini bastırarak iftar zamanına kadar elini kitaba sürmez, ancak akşam ezanını işittiği zaman aristatalis'in badu't tabiiyye başlıklı meşhûr eserinden bir bölüm okuyarak orucunu açardı.
Suskunlar
Suskunlar
RUSYA MÜSLÜMANLARININ MEDRESE VE TAHSİL İŞLERİ Petersburg’da umur-u mezhebiye müdürü Mehakim-i Şer’iyye-i İslamiye Ravzası’na müracaat ettik: şeriata göre hangi ilimlerin tahsili caiz olduğu, Fünun-u Cedide tahsiline şeriatın mani olup olmadığını sorduk. Medrese programları, şeraid öğretimi ve ilimlerin maddi ve manevi ihtiyaçları hakkında acele
Ne demiş Necip Fazıl : "Bir insanda yok ise edep, neylesin medrese mektep! Okusa alim olsa, yine merkep yine merkep." Yapılan edebsizlik kimse için göz şöleni değil aksine büyük utanç ve eksikliğin belirtisidir...
Reklam
İsmail Bilinci, elli yıl kadar önce, oymakların en yaşlısı ve en bilgilisi olan, 85 yaşındaki Kör Hacı Osman'a, asıllarının nereden gelme olduğunu soruyor. iki gözü de görmeyen, mektep medrese görmemiş olan bu ihtiyar, sorulan soru üzerine, yaylada yaz sıcağından korunmak için gölgesinde oturduğu ağaca, sırtını iyice dayadıktan sonra, görmeyen gözlerini uzaklara dikerek: "Oğul! Böyük suval sordun. Bu yaşa geldim, daha bunu bana kimse sormadı. Dedemden duyduğuma göre, biz evvelce Horasan Elinde Güneşe daparmışız. Sabahlayın, Şaban Baba adında bir abdal, davulla halay çektirir, Tanrımız doğuyor deyerekten, güneşe daptırırmış. Nameyle Müslüman olmuşuz. Anadolu'ya akın yapmışız. Güneşi yaradanın Allah olduğunu bilip, bundan vazgeçmişiz, Şaban Baba da, aşiretten faydalandığından, oğlu evlenenin düğününü, sünnet olanın sünnet düğününü yaparak, içimizden ayrılmamış" şeklindeki mühim açıklamayı yapmış. Burada, davulu ile "Şaman" (Şaban Baba) ve Alevilerin "Abdal"ı göze çarpıyor. Ayrıca, Anadolu'daki gezginci Abdal'lara da, Türk içtimaî teşkilâtında ve din hayatında yer verilmiş oluyor.
Sayfa 113 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Hamidiyen Osmanlı modernleşmesinin neden biyo lojik materyalizme teslim olduğunu ve onun yaygınlaşma aracı ha line geldiğini de bize açıklamaktadır. İkinci Abdülhamid'in İslam'ı politik bir araç olarak benimsediğini, Halifeliğin de ittihad-ı İslam politikasına esas teşkil eden unsur olduğunu görüyoruz. Abdülha- mid'in bu siyaseti
281 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.